6 Ekim 2010 Çarşamba

Yazılım Yaşam Döngüsü

analiz, tasarım, kodlama, test ve bakım

1. Tanımla ve planla
2. Çözümü geliştir
3. Yazılımı kur ve destekle

Analiz : Ne yapacağız ve nasıl yapacağız. Müşteri istek ve ihtiyaçları tespit aşamasıdır. yazılımdan ne istendiğinin doğru bir biçimde tanımlanması gerekir. Kapsam belirleme çalışması analiz aşamasında yapılır. Kapsam projenin neleri içerip neleri içermeyeceğinin belirlenmesidir. Eğer sonsuz zamanınız, bütçeniz, enerjiniz ve sabrınız varsa belki deneme yanılma yöntemiyle de uzun zamana yayarak yazılım geliştirebilirsiniz. Ama her projenin bir başlangıç ve bir bitiş zamanı vardır. Yani zamanınız sınırlıdır. Bu arada kaynaklarınız da sınırlı. Tek başınıza belirlenen süre içinde yazabileceğiniz kod miktarı da sınırlıdır. E işi yaparken bu kadar sınır varsa, işi çerçevelerken de bazı sınırlar koymalıyız. Biz buna kapsam yönetimi diyoruz.

Sonrasındaki aşama ise yazılımın yerine getireceği işlevlerin belirlenmesidir. Ek olarak temel iş kuralları, performans beklentileri, kısıtlar vb. şeyler de bu aşamada açıklığa kavuşturulur. Teyitler ve sorularla, olabildiğince temkinli olarak yazılım isterlerini çözümlemeye çalışmalıdır ekip.

Burada ihtiyaçlar belirlenirken aslında ilkel olan ama bir o kadar da işe yarayan bir yaklaşım vardır.Müşteriden gelen isteklerin aşağıdaki kriterlere göre değerlendirilmesi lazımdır.Acaba

Bu istek,
- Mutlaka olmalı mı?
- Olursa iyi olur mu?
- Olmasa da olur mu?

Bu noktada aslında geliştirmeden önce öncelikleri doğru bir şekilde belirliyoruz ve sınırlı olan kaynakları (zaman, altyapı ve para) en iyi şekilde kullanmaya çabalıyoruz.

Kısaca analiz aaşması daha çok programı tanımlamak üzerine kurulmuş bir aşamadır.

Tasarım kısmında ise yazılım ile ilgili ekran tasarımları, veri tabanı tasarımları yapılır ve analiz aşamasında verilen kararlar hem programlama yapısı ile bilgisayar ortamına taşınır, hem de veritabanı ortamına taşınır.

Bundan sonraki aşama ise kodlamadır ki.. Ah ben oralara hiç girmeyeyim.. :D

29 Eylül 2010 Çarşamba

Ağaçta mı yetişiyor bu insan kaynağı..


Gerek TOBB'da asistanlık yaparken, gerekse asistanlık süremin bitimine doğru gerek secretcv, gerek kariyer.net gibi sitelerde işe alım ilanlarını incelemiştim. Gözüme ilk etapta çarpan ilanların çoğunun deneyimli insan kaynağı istihdam etmeye yönelik ilanlar olmasıydı. Bu noktada hem aklıma etik konusu, hem de bu insan kaynağı ağaçta mı yetişiyor sorusu geldi doğal olarak.

Finansal anlamda güçlü olan şirketler ya da yeni proje alan şirketler hızlı bir şekilde de ilerleyebilmek adına yetiştirilmiş iş gücünün peşindeler. Peki ya o iş gücünün yetiştirilmesi ve olgunlaşması süreci, harcanan emekler, aldıkları eğitimlerin daha önceki şirkete hem para hem vakit anlamındaki maliyeti ne olacak? Etik anlamda da yetiştirmiyorum arkadaş ama ben tecrübeli adam arıyorum diye ilana çıkmak ciddi anlamda çirkin geliyor bana. Sen elinin altına taşı koyma, yeni mezun programları uygulama, sonra sistem içerisindeki diğer şirketlerin emeklerinden, zamanlarından çal ve başarılıyım diye dolan sektör içerisinde oh ne ala..

Diyorum ki kendi kendime bir de acaba taşa tutuyorum ama bir nebze de hata mı ediyorum, haklarını mı yiyorum diye geçiriyorum aklımdan.

TOBBdaki dönemlerimde Turkcell, Vodafone, Ziraat Bankası ve IBMTurk gibi şirketlerin yeni mezun programları hakkında bilgi edinme, hatta bu programlarının tanıtım toplantılarına katılma fırsatım olmuştu. Tabii genelde bu programlarda başarılı öğrencilerin peşindeler vs. vs.

Şimdi bunca söylediklerimden sonra şirketlerin büyük bir kısmı, insan kaynağı arayan şirketlerin büyük bir kısmı yetişmiş iş gücünün peşindeyken, maliyet olarak gördüğü için yetiştirme programları maliyet azaltma kararlarında ilk başvurdukları kalem iken akla bu yetişmiş iş gücü ağaçta mı yetişecek acaba diye sormak geliyor. Hele ki üniversitelerin eğitim programlarının iş gücü piyasasına uygun öğrenciler mezun etme noktasındaki başarılarını tartışmanın, bu konuyu masaya yatırmanın gerekli olduğu günümüzde bu konu biraz daha fazla önem kazanıyor.

26 Eylül 2010 Pazar

Neden güvenlik? Benim internetim sınırsız, birisi daha faydalansa ne olur ki??



Selamlar öncelikle,
Son 4 gün boyunca TBD'nin düzenlediği Bilişim Kurultayındaydım. Birbirinden güzel etkinlikler içerisinde özellikle güvenlik, sosyal medyaya vurgu yapan etkinlikleri kaçırmamaya çok gayret ettim. Bunlardan birisinin konusu da Erişim ve İçerik Güvenliğiydi. Katılımcıları Bilgi Güvenliği Derneğinden Yüksel Samast, Başkant Üniversitesinden Çığıl İlbaş( hackerlık tabanından geldiği söylenir.), Av. Mehmet Ali Köksal ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan Mehmet Sarıydı.

Wireless internet kullanırken neden dikkatli olmalıyız ya da şayet biz işletmeciysek wireless modemimizi kullandırırken neden dikkatli olmalıyız noktasında sizinle Av. Mehmet Ali Köksal'ın anlattığı bir kaç örnek olayı paylaşmak isterim.

Olay 1
Şahıs bir devlet dairesinde iyi pozisyonda çalışan bir zaatı muhterem. Wireless özellikli modeminde şifre kullanmadığı için başına gelenlere bakın siz hele. Hikayenin bundan sonrasından kendisinden mağdur olarak bahsedeceğim çünkü önemsiz gördüğü bir şifreleme olayıyla başına gelmeyen kalmamış. Modem şifresiz, wireless ve yakın çevrede bulunan herkeslerin kullanımına açık doğal olarak. Lojmanda oturan mağdurun modeminden faydalanarak internet kullanan ve aynı zamanda iş arkadaşı da olan şahıs internetten İngiltere dolaylarından bir arkadaş bulur kendisine. Muhabbetler biraz yetişkin içeriğe kaymaya başlar fakat şahıs karşısındakinin bir çocuk olduğunu bilmez. Çocuk muhabbetten sıkıldıktan sonra şahısı uyarmasına rağmen şahıs maalesef yetişkin içeriklerine bir de yetişkin içerikli resimler içeren mailler de eklemeye başlar. Derken durumu kontrol edemeyen İngiliz çocuk, durumu ailesi ile paylaşır. Durum İngiliz polisine, oradan İnterpole iletilir ve İP kayıtlarından( Internette sizi tek başka bir deyişle biricik kılan adrestir kendisi. ) Internet Servis Sağlayıcının da yardımı ile kaynak bulunur. Fakat modem mağdurumuzun adına kayıtlıdır ve şahıs izinsiz bir şekilde şifre koyulmamış bu modemi kullandığı için modemin bağlandığı ip ile internete çıkış almıştır. Dava iki yıl sürer, mağdur kendisini uzun süren celseler sonucundan haklar fakat bu süre zarfından görevinden olur, sosyal çevresinde kınanır hatta evliliği bile sallantıya girer. Demek ki neymiş modemimizi şifrelemeyecekmişiz. :)

Olay 2
İkinci olay ise kliniğinde hayvanlarını getiren müşterileri sıkılmasın diye şifresini müşterileri ile paylaşan bir veterinerin başına gelir. Şifre ile bağlantı sağlayan şahıs, internette öncesinde hacklediği mail adresleri ile işlem yaparken, polis tarafından doğal olarak veterinerin servis sağladığı modemin kayıtları çıkar. Bir iki yılda veterinerimiz uğraşır kendisini aklamak için.

Olay 3
Üçüncü ve son olayımız ise modemi ortak olarak paylaşan bir mağdurun başına gelir. Modeminin komşusu ile paylaşır şahıs, nasıl olsa aynı zamanlarda kullanmıyoruz, neden daha ekonomik koşullarda kullanmayalım ki derken aslında bir dava konusu olur kendisi. Ortak kullandığı kişiler bir üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışan iki bilgisayar mühendisidir, bazı sitelerin ve sistemlerin güvenlik testlerini yaparlar ve hatta bunu da tezlerinde yazarlar. Ama kazın görünen ayağı öyle olmaz, istemeden suç işlerler. Tekrar ip kayıtlarından saldırının kaynağı incelendiğinde yetkililerin karşısına emekli, kendi halinde, halim selim bir amca çıkar. Tabii amcanın durumu tam olarak anlaması bile hayli zaman alır.

Gelelim öneriler kısmına:

Modeminiz şifresiz ise şifreleyin, mümkünse MAC adresi kontrolü de yapın.
Ortak kullanıma modeminizi açacaksanız şayet lütfen 5651 sayılı kanunun okuyun ve zorunluluklarınızı bilin. ( Log kayıtları tutmanız gerekiyor vs. )
Daha ekonomik olur düşüncesi ile modeminizi başkaları ile paylaşmayın ya da o kişilerden gerçekten emin olmadıkça bunu yapmayın.

Bunlar olaylardan çıkan öneriler benim güvenlik üzerine önerilerim ise şöyle olabilir:

Güncel ve piyasada bilindik kalitede bir anti virüs programı yükleyin.

Güncellemelerine dikkat edin ve belirli periyotlarla bilgisayarınızı tarayın.

Genelde virüs saldırılarının çoğu yetişkin içerikli sitelerden, kumar sitelerinden ve underground takılıyoruz biz diyen forumlardan gelir, mümkünse uzak durun.

Emule gibi P2P programları kullanmaktan kaçının. Bu hem yasal anlamda sıkıntılı olabilir, hem de bu platformlar da hali hazırda virüs yuvasıdır. Ve siz farkında olmasanız da başka bir deyişle paylaşım yapmasanız da indirdiklerinizi servis ediyor konumdasınızdır. Belki de virüs yayan bilgisayarlardan birisi de sizinki.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Open Governance - Dr. Peter Levin

Open Governance özellikle Obama yönetiminden sonra önem kazanan bir kavramdır Amerikada. Açık kamu yönetimi olarak düşünebiliriz bu kavramı. Buyrunuz wikipedi tanımı için.

Velhasılkelam bu kavramda bilişimin önemi yadsınamaz. Amerika Birleşik Devletlerinde som dönemlerde tamamen vatandaşın kullanımı için tasarlanan ve gerçekleştirilen portaller, bilgi havuzları ve bu havuzların web aracılığı ile sunulması gibi hizmetler Obama yönetimi tarafından önemle üzerinde durulan Open Governance kavramını desteklemektedir.



Vatandaşın huzurunu ve güvenliğinin sağlanması için bilişim ürünlerinin ve bilişim uzmanlarının know-howlarının sonuna kadar kullanıldığından bahsetti Dr. Levin bugünkü söyleşisinde. (TBD Bilişim 2010 - Ulusal Bilişim Kurultayı)

Sağlık sektöründeki kimi uygulamalardan bahsetti.

En önemlisi ise Open Governance'ın temelinde inovasyonun, inovasyonun temelinde ise icat ve bu icadın uygulanmasının yattığını belirtti. İnovasyonun hayat bulması için ise biz Türk dinleyicilere bazı önerilerde bulundu. En can alıcısı ise kültürünüzün getirdiği I can't/don't/won't eğilimini I can/do/will eğilimine çeviriniz önerisinde bulundu.

Sunay Akın, Bilgi Toplumu olmak ve Türkler

Bugün Türk Bilişim Derneği tarafından düzenlenen 27.Ulusal Bilişim Kurultayı'nın Birinci gününde Sunay Akın'ın bir söyleşisine katıldım. Stand-up havasında geçen söyleşinin aslında başlığı yukarıdaki gibi değildi dürüst olmak gerekirse, çağrılı konuşmacı olarak davet edilen Sunay Akın geneliyle Bilgi Toplumu, Türkiye, Türklerin Bilgi Toplumuna geçişi, ya da geçemeyişi üzerinde durdu söyleşisinde. Kendisinden önce Open-Governance konusunda konuşan Dr. Peter Levin'e de sataşmadan duramadı bir türlü nedense. Tarihsel örnekler verdi, tarihimizde aslında çok önemli olan ama zapt-ı rabt altına alınmadığı için hepimizin bihaber olduğu bir kaç olayı anlattı bizlere. Gelin öncelikle sizlere bu olaylardan bahsedeyim biraz.

Ülkelerin bayraklarının, bayraklarındaki anlamları tek tek anlattı. Fransa bayrağının, Meksika bayrağının hikayelerinden bahsetti biraz. Kardeşlik, barış, eşitlik gibi anlamları taşıdığı söylenen Fransa bayrağının zamanında kayıt altına alındığı için araştırdığı ve nasıl oluştuğunu anlattı bizlere. Temsil ettiği değerlerden ziyade hikaye aslında şöyledir:
Zamanında Fransa kralına karşı bir isyan olur ülke çapında, kralın gücünü ve otoritesini sağlayan değerler tartışmaya açılır eskilerde. Kralı otoritelerini kaybedeceklerini düşünen Parisli asiller ise desteklerler. O zamanlar Paris'i simgeleyen mavi ve kırmızı renklerin arasına da kralı simgeleyen beyazı koyarak, bu yeni bayrağı kullanmaya başlarlar kendileri için. Sonrasında ne mi olur, gün gelir Parisli asilzadelerin bu bayrağı milli bayrak olur.

Aynı şekilde İtalya ve Meksika bayraklarının da hikayesi var ama uzatmamak adına anlatmayacağım burada. Peki ya Türk bayrağının hikayesi nedir? Şehitlerin kanı üzerine düşen ay ve yıldızdan bahsedilir orta öğretim kurumlarında, değil mi? Peki sizce bu ne kadar doğrudur, ya da ne kadar mantıklıdır konusu üzerinde durdu Sunay Akın ve bayrağın gerçek hikayesini paylaştı bizlerle. E o kadarı da bize özel kalsın, bu gün söyleşiye katılmanın bir ödülü olsun ama size sadece şu kadarını söyleyeyim, bayrağımızın kökleri Abdülmecid zamanına kadar dayanıyor.

İşte Sunay Akın bu noktada bilgi toplumu olma yolunda olan Türkiye'nin ataları zamanında doğru kayıtları tutabilselerdi bazı şeylerin şimdi daha farklı olabileceğini savunuyor. Yeni hikayelerle durumu biraz daha genişletiyor.

Taksim Meydanında yapılan heykelin komik hikayesini anlatıyor dinleyicilere. Hani şu Taksim Meydanında olan meşhur Taksim Heykeli var ya, aslında onun orjinal adı Cumhuriyet Heykeliymiş. Cumhuriyet döneminde yaptırılması kararı alınıyor heykelin. Hemen bir yarışma tertip ediliyor ve İtalyan bir sanatçının gönderdiği tasarım beğeniliyor. İtalyan sanatçı Taksimin anlamını soruyor yetkililere ve su kanallarının taksim edileceğini düşünen İtalyan ortasında bugünkü heykeli barındıran ama etrafı havuz olan bir eser tasarlıyor ve yapmaya başlıyor. Daha önce Taksime gitme fırsatım oldu ama ne yalan söyleyeyim hiç dikkatle incelemedim bu eseri. Velhasıl bu eserin şu anki halinde aslında akması gereken bir çeşme varmış ama çalışmazmış, zaten etrafında da havuz yok. Neden biliyor musunuz, 6 taksitle ödenen sanatçının parası ödenemediği için eser tamamlanmamış, bunu kaçımız biliyoruz, bilenler el kaldırsın. :)

Anlatmaya devam ediyor Akın, Türkiyedeki müze sayının azlığından, kültürel değerlerimize ne kadar az sahip çıktığımızdan bahsediyor ve asıl kültürel hafızanın bu müzeler olduğunu belirtip, ABDdeki müze sayısının 17.000'den fazla olduğunu belirtiyor. Hani o yüz yıllık tarihi olan ABDnin sadece Anadoluda 1071'den bu yana bulunan Türklerden daha fazla müzesi olduğunu belirtiyor. Kaydetmediğimiz için unutuyoruz, sonra da tarihe dayalı olaylarda kendimizi savunamıyoruz diyor. Tarihçiler ve Sunay Akın'ın da aralarında bulunduğu bazı yazarlarımız Çanakkale döneminde düşman askerler tarafından Türklerle ilgili yazılan mektupları derliyorlarmış, bu mektuplarla açmayı planladıkları müze ile 1915 yılında yapıldığı iddia edilen soykırımın çürütülebileceğini vurguluyor. Bu müzeyi gezmek için sabırsızlanıyorum.

Hatta bu mektuplardan birisini paylaşayım sizlerle. İngiliz bir subay yazmış bir yakınına bu mektubu. Savaş esnasında Türkler beyaz bir bayrak sallamışlar bir an, buluşmuş iki komutan, bizim komutanımız özür dilemiş İngiliz subaydan, siz yokuş aşağı konuşlanmışsınız, bizim ise arkamız düzlük. İstemeden, farkında olmadan sizin sıhhiye katırınızı vurduk, yaralılarınızı taşımakta eminim zorlanıyorsunuzdur. Lütfen bizim katırımızı alınız ve yaralılarınızı bu katır ile taşıyınız diyor. Bu mektupların çoğunda Türklerin iyi niyetinden, savaştaki mertliklerinden bahsediliyormuş. Bu mektuplarla kuracakları müzeyle yalan bir soykırımdan bahseden Ermenileri çürütmekmiş asıl ve asil amaçları. Soruyor Sümer Akın, o dönemde değil 1 milyon Ermeniyi kesmek, 1 milyon kurban kesecek techizatı olmayan Türk ordusunun böylesine bir soykırımı gerçekleştirmesi nasıl mümkündür? Düşmanları tarafından aynı dönemde mertlikleri ve insani değerleri mektuplara dökülen atalarımıza yapılan saygısızlığa sessiz kalmamamız gerektiğini söylüyor. Neyse dönelim konumuza.

İşte bilginin, bilgi toplumu olmanın önemini vurguluyor. Kaydedilen bilginin bugüne değil, aslında geleceğe ışık tuttuğunu vurguluyor. Bilim ile taçlandırmayan, mantıksal açıklaması bilimsel olarak yapılamayan hiç bir bilginin doğru olamayacağını belirtiyor.

Diğer olaylar ise şöyle;

Acaba kaçımız daha 1930'lu yıllarda, hem de Taksim Meydanında ilk Çocuk Hakları Bildirgesinin Türk bir öğretmen tarafından yazıldığını ve okunduğunu biliyor.

Peki ya kaçımız, bundan 500 sene öncesinde Osmanlı döneminde defterdar olan Nazlı Mahmut Efendinin İstanbulda yaptırdığı caminin minaresine o zamanın bilim simgesi okka ve kalem koydurttuğunu biliyor. Bu arada bu camii Dünyada tekmiş, hatta bütün dini mekanlar arasında tek olarak değerlendirilmesi gerekiyormuş.

Artık günümüzde bilginin önemi aşikardır. Doğru, bozulmamış bilginin stratejik kararlar alınması noktasındaki değerinden dolayı -hatta bu bilginin hızlı ve doğruca iletilmesinin daha önemli olduğunu düşünüyorum ben- çağımıza Bilgi Çağı denilmektedir bir sürü bilim adamı ve aydın tarafından.

Günümüzde doğru bilginin, doğru bir şekilde iletilmesi noktasından Bilişim Teknolojileri sektöründe faaliyet gösteren herkesin bir nebze sorumluluk duyması gerektiğini, buna sadece günümüz ihtiyaçları için değil, geleceği aydınlatma noktasında gelecek kuşaklarımıza doğru miras bırakabilmemiz konusundaki önemini de dinleyicilerle paylaşıyor.

Program Cumartesi günü akşamına kadar devam edecek, çeşitli konularla oluşan seminerler, firma tanıtımları yapılan organizasyon Ankara Rixos Otelinde yapılmaktadır ve katılım ücretsizdir.

Etkinlik programına buradan ulaşabilirsiniz.

9 Mayıs 2010 Pazar

TOBB ETÜ Personelleri Ödülleri için oy kullanmayı UNUTMAYINIZ..

Okulumuz tarafından ilki bu sene gerçekleştirilen ve geleneksel hale getirilmesini umduğum bu değerli uygulamanın adımları ile ilgili olarak hala yeteri kadar duyurunun yapılmadığı ve oylamaya katılacak kitleye yeteri kadar ulaşamadığı kanısındayım. Geçenlerde daha önce gerekli açıklamaların yapıldığını dile getiren bir mail aldıktan sonra çok şaşırmıştım ve tarafıma ulaşmayan söz konusu mailleri diğer arkadaşlarımdan edinme yoluna gitmiştim. Bu noktada bu yazıyı okuma ihtimali olan yetkilileri konuyla ilgili bilgilendirmek isterim.

Anladığım kadarı ile uygulama şöyle; biz öğrenciler ve idari personeller kategorileri söz konusu mail ile bildirilmiş ödüllerle ilgili olarak adaylarımızı odul@etu.edu.tr adresine gönderecek ve neden aday gösterdiğinizi bir kaç cümleyle açıklayacaksınız. Ben biraz önce şu yazımda aday göstermeyi düşündüğüm ve desteklerinizi istediğim adaylarımla ilgili maili biraz önce gönderdim. Aşağıda paylaşmak isterim.

Personel ödüllerinde 2. Kategori olan en yardımcı personel ödülüne Sosyal Bilimler Enstitüsü sekreteri Senem Üçbudak'ı MBA programındaki öğrenci ve mezunlara, bıkmadan usanmadan, büyük bir sabırla yardımcı olduğu, baştan savma iş çıkarmaktan ziyade ciddiyetle dinleyerek ve çözüm üreterek, MBA program paydaşlarının soru ve sorunlarını sahiplenerek, çözüm yolları aradığı için öneriyorum. Yaklaşık üç yıldır, üniversitemizde asistan olarak çalıştığım ve Senem'e yakın çalıştığım için işini ciddiye alışını ve özverisini bizzat biliyorum ve bu ödüle aday göstererek istiyorum ki tam olarak karşılığı olmasa dahi bu şekilde minnetimi paylaşabileyim, benim bildiklerimi başkalaırı da bilsin.

3. Kategori olan En Başarılı Personel ödülüne ise İİBF sekreteri iken işinde gösterdiği özveri, çevresine sunduğu ışık ve takdir edilesi çabaları ile Rektörlük Özel Kalemi vazifesine yükselen sayın Özge Ergüden Güldirim'i aday olarak önermek istiyorum. Başarısının yanı sıra işine verdiği önem ve üniversitemizin diğer paydaşlarına gösterdiği saygının yanı sıra çiçeklere gösterdiği sevgi ile bence bu ödülü en çok hakeden personelimizin Özge olduğunu düşünüyorum.

Saygılarımla,


Uygulamayı düşünen, tasarlayan ve seçici kurulda yer alanlarla uygulama ile ilgili düşüncelerimi paylaşamadan ve teşekür edemeden de yapamadım.

Bu tarz ödüllerin ve uygulamaların üniversitemizin marka değerine ve TOBB ETÜ'lülük algısına olumlu katkı sağlayacağını düşündüğüm için öncelikle bu uygulamayı düşünenlere teşekkürü borç bilirim. Mezuniyet sonrasında önemi çok daha fazla hissedilen sosyal ağ olgusunun daha gelişmesi için, Nüniversitelilik anlayışının yaygınlaşmasını şart olarak görüyorum. Nasıl öğretim elemanları, öğrenciler, idari personller üniversitemizin paydaşları ise mezunlarımızda bizleri iş hayatında temsil edeceği için bağlılıklarının, okula duydukları sadakatin yüksek olması gerekmektedir. Bunun yolu da geleceğin mezunu öğrencilerimizin okul ortamından mutlu olması ve TOBB ETÜlülüğü hayatının önemli bir yerine koyması ile mümkündür. Bu atmosferin sağlanabilmesi için ise bütün paydaşların TOBB ETÜlülük bilincine sahip olması, bu bilince katkıda bulunması noktasında personelimizin moral ve motivasyonunu artıracağını düşündüğüm bu uygulamanın önemi noktasında değerli emekleriniz için teşekkürü borç bilirim.

Gelelim oylama ile ilgili bize düşen kısma, sizlerden ricam 2. Kategori olan En Yardımcı Personel Ödülüne bir kaç cümle açıklama ile Senem Üçbudağı, 3. Kategori olan En Başarılı Personel Ödülüne ise bir kaç cümle açıklama ile Özge Ergüden Güldirim'i aday olarak göstermenizdir.

Dünya'nın en güzel annelerine..

Bugün anneler günü, gözlerimizi ilk açtığımız andan itibaren bizler için nefes alan, kalpleri her an bizler için atan, yeri geldiğinde bizler için endişe edip, bizler için telaşlanan o Dünyalar tatlısı kadınların günü bugün. Biliyorum herkes için annesi en özel, en güzeldir ama ben bu yazımda sizlere hayatımda annelik duygularını bana tattıran üç ayrı kadından bahsedeceğim. Evet yanlış duymadınız, üç ayrı kadından gördüm ben bu şevkati, iyi ayrı kadında tattım ve çok şanslıyım bu yüzden belki de..

Hatırlarım da şimdi, canım annem ne çok çabaladı biz iki kardeş için. Gençliğinin en güzel zamanlarını bizlerin peşinde, daha iyi yetişelim bizler diye çabalayarak geçirdi. Hayatının her anında, her durum karşısında güçlü durdu, bizler için hayatın bir sürü zorluğuna hem de tek başına göğüs gerdi canım annem babamızı küçük yaşta kaybettiğimiz için. Köy enstitülerinin devamı olan öğretmen okulunda okumuş annem, orada öğretmenlik için hazırlamışlar onları, köy enstitülerindeki kadar olmasa da her işi becermeyi öğrenmişler bir başlarına daha birer küçük çocukken. Belki de bu kadar güçlü yetiştirildiği için hayatta hep güçlüdür anacığım. Bizlerledir hep yüreciği. Bu yaşa gelmeme rağmen hala merak eder soğuk günlerde sıkı giyinip, giyinmediğimi. Merak eder aslında ama belli ettirmeden takip eder bizleri hep. Kimi zamanlar sert olmaya çalışsa da yufkadır yüreciği, kıyamaz. Zaman zaman darılsa da bizlere, fark ettirmek istemese de fırsat kollar alınganlığını atmak için üzerinden, bir gülüşümüz yeter onun bizi affetmesine ya da boynuna samimi bir sarılışımızı.

Anacağımı 23nde evlenmiş babamla, daha 20sinde bitirdiği üniversiteden sonra hakimlik sınavını kazanmış, hiç unutmam hep söylerdi, bir kitapla, kendisi hazırlanmış üniversite sınavına dahi. Sonrasında Ünyeye atanmış ilk görev yeri olarak. Babacığımla da orada tanışmışlar, hem de mahkeme salonunda. 24nde almış beni kucağına. Düşünsenize benden iki yaş küçükken anne sorumluluğunu almış üstüne. Ben aynı sorumluluğu bu kadar genç yaşta alabilir miydim acaba diye düşünüyorum, yapamazdım heralde. Sonrasında ise 3 yıl sonra ikinci annelik duygusunu Damlam ile tatmış anacığım. Daha dün gibi hatırlarım üstümüze titreyişlerini, ama hayatı bir başımıza öğrenelim diye de uzaktan seyredişini, ihtiyacımız olduğu her an, hem bir arkadaş, hem de bir ebeveyn olarak bizlere akıl vermesini. Canım annem benim, değerli emeklerin için, bizlere verdiğin değer için binlerce kere teşekkür etsem azdır biliyorum. Ama sana bir kere de buradan seslenmek ve bu yazı ile bu teşekkür edişimi yıllar sonra da tebessümle, seninle yanyana ve daha güzel günlerde okumak istiyorum. Seni çok ama çok seviyorum.


Gelelim ikinci kadınaaa.. Evet, biliyorum merakla beklenen an burası. Hayatımda bana annelik ettiğini düşündüğüm diğer kadın ise kız kardeşim Damla Gül'dür. Dokuz yaşımdan itibaren bir kardeşten daha öte, bir arkadaştan çok daha sıcak, bir abladan çok daha özverili olarak, yarı anne olmuştur bana canımcım. Zaman zaman tartışsakta, zaman zaman kızdırsam da onu, hiç kıyamaz bana. Önce biraz kızar, sonrasında ise hemen geçer kızgınlığı, bilir zaten benim huylarımı da, hiç ama hiç darılmaz bana. (Acaba kalbimden geçenleri mi yazıyorum ki böyle.. :) Hatta itiraf edeyim, bazen ben bilerek giderim üzerine, severim kızdırmayı nedense. Canım kardeşim, Damlam, seninle 22 yıllık, kocaman bir hayat geçirdik ve gelecekte de dilerim çok daha güzel günlerde, yine hep aynı güzelliklerde, yan yana, omuz omuza oluruz. Seni seviyorum bebişim.


Dım dım, dım dım..İşte merak edilen üçüncü kadını paylaşıyorum sizlerle. Liseye yeni başlamıştım daha, ders edebiyat, merakla bekliyorum öğretmenimizi, acaba nasıl birisidir ki diye soruyorum kendi kendime. Sonrasında ilk kez tanşıyorum Hülya Hocamla. Haftasına bir bakıyoruz müdür oluyor okulumuza. Onun gelişiyle, her şey değişir hayatımızda. Hem de nasıl bir değişiklik, aman Allahım. Yeni kurulmuş bir okuluz o zamanlar, alınması gereken yollar var. Başarı için mesafeler. O zamanlar tanıyorum üçüncü annemi, öğrencilerine gösterdiği özveriye şaşırıyorum aslında ilk başta. Sonraları diyorum kendi kendime, bizi annelerimiz kadar, babalarımız kadar düşünüyorsa ki bu değerli insanlar, o zaman diyorum ben de sorumluluk almalıyım üzerime. Her şeyde yardım etmeye çalışıyorum, tatil günlerinde bile okula gidesim geliyor. Sırtlarımda taşıyorum sıraları arkadaşlarımla, beraber dikiyorum palmiye ağaçlarını, ama hiç gocunmuyorum, tam tersine keyif alıyorum bu etkinliklerden. İşte o günlerde, yoktan muhteşem bir anlayış, muhteşem bir değer yaratıyoruz hep beraber, yanıbaşımızda hep o. Hülya Ertürk Koç.


Hep derdi bizlere, sizler farklısınız, sizler Öğretmen Liselisiniz diye, o zamanlar anlamazdım bu cümlenin önemini. Şimdi çok daha iyi anlıyorum, şimdilerde her aklıma gelişinde bir kere daha anıyorum Hülya Hocamı. Bu öyle bir farklılık ki hala kardeşlerimle İzmirde, Ankarada, İstanbulda, büyük katılımlarla buluşuyorum. Bu öyle bir farklılık ki kendimden 10 yaş küçük kardeşlerimle bile hala bir sürü şey paylaşabiliryorum. Bu öyle bir farklılık ki tadını doya doya yaşıyorum. Okulu özlediğimi bir kere daha anladım şimdi.

Şimdilerde bu özverisinin, bunca emeğinin mükafatını aldığını düşünüyorum Samsun İl Milli Eğitim Müdürü olarak, tabii bu sadece bir başlangıç. Size de bu yazımla ayrıca teşekkür etmek istedim hocam. Sasalı'da görevlisinden velisine , öğrencisinden öğretmenine hepberaber kurduğumuz sofraların, okulu yerleştirirken ki döktüğüm terlerin zevki hiç bir yerde yok, inanın bana.

Sevgili annelerim, anneler gününüz bir kere daha kutlu olsun. Biriniz İzmirde, biriniz Ankarada, biriniz ise Samsundasınız. Yarın Ankaradaki ile sizleri de anarak, güzel bir yemek yiyeceğimi paylaşmak isterim. İyi ki hayatıma farklılık katmışsınız, sizlerle birlikte geçirdiğim özel anlar için kendimi farklı hissediyor ve hepinize bir kere daha teşekkür ediyorum.

Hayri Can Duygun - Ankara

7 Mayıs 2010 Cuma

TOBB ETÜ Personelleri Ödülü

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi bünyesinde yapılan ve öğrenciler, akademisyenler, idari personellerin oyları ile sonuçları belirlenecek ilginç bir uygulamadan bahsetmek istiyorum bu yazımda. Uygulamanın amacı üniversite bünyesinde farklılık yaratan kişileri ödüllendirmek ve idari personelin motivasyonunu süreklilik arz edecek olan bu uygulama ile artırmak olsa gerek diye düşünüyorum kendimce. İnsan Kaynakları uzmanlarımız konuyla ilgili daha geniş bilgi verebilirler elbette. Uzun lafın kısası bu uygulama için aday gösterilmesi süreci 10 Mayıs 2010 tarihinde sona eriyor ve benim üç kategoride yapılan bu uygulamaya aday önerilerim olacak.

Yılın en yardımcı personeli ödülüne üniversitemiz Sosyal Bilimler Enstitüsü sekreteri Senem Üçbudak'ı yüksek lisans programı öğrencilerini bıkmadan, usanmadan, büyük bir sabır ile bilgilendirdiği, profesyonel yaklaşımının yanısıra yeri geldiğinde arkadaş kadar yakın olabildiği ve program-üniversite ile ilgili olarak her başı sıkışana anında yardımda bulunduğu için aday göstermek istiyorum.

Yılın başarılı personeli ödülüne ise İİBF Dekanlık sekreteriyken işinde gösterdiği özveri ve başarı sayesinde Rektörlük sekreterliğine geçen, üniversitemizde ihtiyaç duyan herkese anında ve kesin yollarla çözüm üreten, insanlara olan sonsuz sevgisinin yanı sıra üniversitemiz bünyesinde çiçeklere ve hayvan dostlarımıza gösterdiği sevgiyle de tanınan (bunu nedense vurgulamak istedim, çünkü aslında zaman zaman haksızlık ettiğimiz diğer canlılara gerçekten bu özveriyi hepimiz göstermeliyiz belki de. ) şirin insan, muhterem şahsiyet Özge Ergüden Güldirim'i aday olarak göstermek istiyorum.

Ve işte Facebook grubumuza üye olmak isteyenler buraya tıklayabilirler. 08.05.2010


30 Nisan 2010 Cuma

Meyve Çekirdeklerine Hayat Verin: Bir TEMA Projesidir.


Yer yüzünün aldığı yağmur oranı 10 yıllık aralıklarda artar. bu sene (2010) dünyanın periyodik olarak en çok yağmur alan yıllarından biri olacak, bu nedenle yediğiniz kayısı, şeftali, kiraz, vişne, karpuz, kavun, erik vb. meyvelerin çekirdeklerini lütfen çöpe atmayın, hele çöp poşetlerine ASLA hapsetmeyin. Mümkünse herhangi bir yerde toprağın 10 cm altına gömün. Üzerine de bir bardak su dökün.

Gömme imkanınız yoksa bi poşette bu çekirdekleri biriktirip yanınıza alın (yada arabanıza koyun) arsa, tarla, toprak yol kenarı, yamaç gibi toprağı gördüğünüz alanlara bu çekirdeklerinizi savurun, korkmayın bu çevre kirliliği değildir aksine çevre için yeni hayattır. Doğa hemen o yeni çekirdekleri kucaklar ve besler…

Yapacağınız en kötü hareket çekirdekleri poşetlere hapsetmektir ! Bunu yapmayın ve yaptırmayın.

Yapılan çalışmalarda doğaya başıboş atılan yada dikilen bu çekirdeklerin en az yarısının yeşerip ağaç veya bitki olduğu kanıtlanmış.
En büyük israflardan birisi meyve çekirdeklerinin çöpe atılması, ülkemiz adına küçümsenemeyecek büyük bir servet...
Daha yeşil bir ülke için, daha temiz hava için, toprak kaymasını önlemek ve yeni nesillerimize yeşil bir dünya bırakmak için hep birlikte elimizden geldiğince meyve çekirdeği gömelim, savuralım, fırlatalım…

Bu uygulama TEMA tarafından başlatıldı ve bilinçli toplum olarak bizlerin desteklerini bekliyor, Doğaya yardım etmek, gelecekte etrafımızı saracak beton ve gökdelenlerden alamayacağımız oksijeni karşılamak için bile bu çekirdeklerden çıkacak ağaçlara ihtiyacımız olacaktır.

Poşete koymadığınız her çekirdek için şimdiden teşekkürler,
DGD
Doğa Gönüllüleri Derneği
LÜTFEN BU YAZIYI TÜM DOSTLARIMIZLA PAYLAŞALIM

Yukarıdaki yazı Facebooktan elime ulaştı ve ben elimizden geldiğince desteklenmesi gereken bir proje olduğunu düşünüyorum.

Bir Yüksek Lisans Programında Pazarlama Dersi

Dün FriendFeed'den paylaşılan ve pazarlama ile marka yönetimi konularını karikatürle anlatan yazı çok hoşuma gitmişti. Bu gün de Facebooktan bir arkadaşımın paylaştığı yazıyı da ek olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce karikatürler:


Yazının orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Diğer hikayelendirilmiş içerik ise şöyle:

Pazarlamanın Fıkrasal Tanımı

Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyordu:
1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek "Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, doğrudan pazarlamadır.
2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza "O çok zengin. Evlen onunla!" dedi. Bu, reklamdır.
3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp "Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, tele-pazarlamadır.
4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif ettiniz ve sonra "Bu arada ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dediniz. Bu, halkla ilişkilerdir.
5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve "Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?" dedi. Bu, marka bilinirliğidir.
6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat yapıştırdı. Bu, müşteri geri-bildirimidir.
7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.
8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaştınız, ama siz bir şeyler söyleyemeden önce biri gelip ona "Ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dedi ve kız onunla gitti. Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.
9. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp "Ben çok zenginim, evlen benimle!" diyecekken karınız geldi. Bu, yeni pazarlara girememektir.



26 Nisan 2010 Pazartesi

Geri Dönüşüm Muhteşem Olacak..

Dün Ata Demirer'in senaryosunu yazıp, baş rolünün oynadığı Eyvah Eyvah filmini izlemeye gittim sonunda arkadaşlarımın ısrarlı önerilerinden sonra. Film komik ve eğlenceliydi, eğlenceli olmasına ama ilgimi çeken ve sizlerle paylaşmak istediğim daha ilginç ve ülkemizin geleceği için önemli olan bir kampanyanın afişi ile karşılaştım sinemanın girişinde.


AFM sinemaları ve ÇEVKO tarafından "Geri Dönüşümün" önemi ve Geri Dönüşümle ilgili bilgilendirme amaçlı broşürlerden edindim bir tane ve yaklaşık 1,5 yıl önce başıma gelen, o dönemlerde beni etkileyen bir olay geldi hemen aklıma. Sizlerle de paylaşayım:

Bir Avrupa Birliği Projesi için Letonya'nın başkenti Riga'daydık. Etkinlikle yapıldı, muhabbet, sohbet derken -bu gibi etkinliklerde beraber yenilir ve beraber toplanır sonra herşey- ortalığa şöyle çeki düzen veriyorduk ki, Yunan arkadaş elinde teneke kutularla gelip, geri dönüşüm poşeti alabilir miyim dedi, geri dönüşüm uygulamasının olmadığını öğrenince de çok ama çok şaşırmıştı. Ben de işte o an dedim ki kendime ulan komşu Yunanistan dahi Geri Dönüşüm Uygulamasına geçmişken ve yurttaşları bu derece duyarlıyken aynı duyarlılığı biz neden gösteremiyoruz. Şimdi diyeceksin ki peki sen evinde ayırıyor musun ki çöplerini, biliyorum. Maalesef cevap hayır. Bu konuda hem teşvik edici sağlam politikalar olmalı hem de ayrıştırarak çöpleri biriktiren vatandaşlarımızın işlerini kolaylaştırmalı belediyeler diye düşünüyorum. Kabul ediyorum, özellikle Ankara Çankaya'da muhtelif yerlerde cam ve kağıt toplanması için ayrı kutular var fakat kim gerçekten çöpleri ayrıştırarak, bu kutulara atmak için ayrı bir efor sarfeder ki Allah aşkına.

Erasmusla Almanya'ya giden bir arkadaşımdan çöplerini ayrıştırmadığı zaman çöplerinin kapısının önünden alınmadığını duymuştum, ne güzel bir uygulamadır diye de aklımdan geçirmiştim. Biz şimdilik devlet eliyle gerçekleştiremediklerimiz noktasında ÇEVKO ve AFM'nin yaptığı bilgilendirme kampanyasına destekte bulunalım madem. Ayrıntılı bilgi ve broşürer için lütfen http://www.cevko.org.tr adresini ziyaret ediniz.

Gelecekte çocuklarımıza daha yaşanabilir bir Dünya bırakmak istiyorsak, her geçen kıtlaşan kaynaklardan dolayı refah seviyemizin düşmesini istemiyorsak "Geri Dönüşüm'e önem verelim".


8 Nisan 2010 Perşembe

Eğlenceli bulduğum bir resim..


Bence durumu gayet güzel özetliyor.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Ünye Ziyareti & İzlenimleri 04-05 Nisan 2010


Bu hafta sonu okuldan bir günlük iznimi kaptığım gibi tuttum memleketimin yolunu. Doğruya doğru özlemişim. Olanca hızıyla globalleşen Dünyanın, sosyal medya ile iletişmeye çalışan insanlarının yanı sıra(elbette bunu tadı da farklı ama eskiler bir güzeldi ya) hala komşuluk ilişkilerinin eskisi kadar olmasa da sıkı sıkıya yaşandığı, hala sokaklarda çocukların oynayabildiğini görmek güzeldi doğrusu. (Gerçi çocukluğumuzda bizim için her yer oyun alanıyken şimdilerde yollarda top koşturuyordu çocuklar) Biz konumuza dönelim efendim.

Ünye'ye iner, inmez oksijen fazlalığının vermiş olduğu sersemlikle, otobüsten iner inmez şöyle güzelce doldurdum Ünye'nin havası ile ciğerlerimi. Herşey hala bir başka güzel Ünyede, hani derler ya Ünye cennetten bir köşe, büyük şehirin hengamesinden sonra Ünyeyi ziyaret edince bir rahatlıyorum. Çocukluğumun geçtiği sokaklarda adım atarken kendimi buluyorum ve kendimi gelecekte bir gün Ünyeye dönmenin hayalleri içerisinde buluyorum.



İşlerimi halleder halletmez, sıradan akrabaları tanıdıkları ziyaret ettim. En güzel ve özel olan ziyaret ise 1999 senesinde orta kısmından mezun olduğum okulum Ünye Anadolu Lisesine olan ziyaretimdi. Okul müdürümüz Mustafa Kandaz, Beden Eğitimi öğretmenim Ömer Boran, Din Kültürü öğretmenimiz Beşir Aksoy hiç ama hiç değişmemişler. Uzun uzun konuştuk, eski günleri yadettik ve özlemleri dile getirdik. Gerçekten birbirinden güzel dört yılımı geçirmiştim ÜAL'de, hocalarımızın hepsini hala tek tek hatırlar, saygıyla anarım çoğu zaman. Öğretmen olmanın, branş bilgilerini bize aktarmanın yanı sıra her biri bize birer anne, baba gibi yaklaşırlardı. Ne güzel günlerdi ya..

Hiç unutmam, orta okul birdeyken bir arkadaşımızı kaybettiğimizde nasıl üzülmüşler, nasıl gözyaşları dökmüşlerdi. Acaba biz, günümüz öğretmenleri aynı adanmışlığı, aynı ruhu taşıyabiliyor muyuz hala? Ne dersiniz?

Hayati Paşa vardı mesela, Tarih derslerini öyle zevkle dinlerdim ki.. Sanki anı yaşar, o günlere giderdim. Müzik öğretmenimiz Gönül Hoca vardı, ne korkardık dersinde, şimdi karşılaşabilsekte bir ellerinden öpebilsem. Öğrettikleri ile liseyi bile bitirdim vallahi. Sonra Ufuk Hocam vardı, Allah var hiç dersime girmemişti ama duruşu, karizması ile bizlere hep örnek olmuştu. Ve adını sayamadığım onlarca hocam, sizleri lisemden mezun olurken anmıştım konuşmamda, şimdi bir de bu yazıda anıyor, çok değerli emekleriniz için bir kere daha teşekkür ediyorum.

Sonrasında Çakırtepe keyfi yapmışım, aslanlar gibi Karadeniz pidemi mideme indirmişim ki sormayın gitsin. Bir dahaki sefere görüşmek üzere güzel Ünye ve güzel Ünyemin insanları, dilerim yakın bir zamanda kader tekrar yollarımızı kesiştirir.

6 Nisan 2010 Salı

Sosyal Medya ve E-Pazarlama Notlar

Bu notlar www.mesgulsinyali.com tarafından hazırlanan Sosyal Medya ve E-Pazarlama isimli kitapta ilgimi çeken deyişleri kayıt altına tutmak amacıyla yazılmıştır.

Kitabı pdf kopyasını www.mesgulsinyali.com adresinden indirebilirsiniz.

  • Bugün “yeni ekonomi” dediğimiz düzenin de beşiği bilgiyi işlemek ve dağıtımını hızlı sağlamaktır.
  • En etkili yol, internetin sunduğu ve tüketicinin razı olduğu pazarlama kanallarını keşfetmektir. Bu kanalları kullanmak ise e-pazarlamacının boynunun borcudur. Artık müşterinin peşinden koşma devri bitti. Kimsenin olta balıkçılığı ile kaybedecek vakti yok, bunun için her marka artık bir “ağ” kurmalı.
  • internet devriminin arkasında yatan, aslında insanlık tarihinin ta kendisidir: bilgi edinme, ilham alma, yandaş bulma, bir gruba ait olma, yeni fikirleri değerlendirme, hizmetlerden
  • yararlanma, yeni yatırım ve iş modeli geliştirme ve bütün bunları çağın en hızlı teknolojisini kullanarak gerçekleştirme!
  • İnsanları taciz ederek onlara bir şeyler pazarlamak artık maliyet açısından etkin bir yöntem değildir. İnsanların peşinden koşmaya, büyük tüketici gruplarına istenmeyen pazarlama mesajları göndermeye ve sonra oturup bir kısmının size para yollamasını beklemeye devam edemezsiniz. Gelecek, insanların karşılıklı rızasına dayalı bir biçimde pazarlama yapabileceği bir zemini ve süreci inşa eden pazarlamacıların olacak. Tüketici iletişim ağlarını bir ucundan ateşe verin ve sonra kenara çekilin; bırakın onlar konuşsun.

27 Mart 2010 Cumartesi

Beytepe'de bir bahar günü..



Bu senin için Serkancım.. :)

13 Ocak 2010 Çarşamba

Dünyanın en tuhaf mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.

Nazım Hikmet Ran, 1947