22 Eylül 2010 Çarşamba

Sunay Akın, Bilgi Toplumu olmak ve Türkler

Bugün Türk Bilişim Derneği tarafından düzenlenen 27.Ulusal Bilişim Kurultayı'nın Birinci gününde Sunay Akın'ın bir söyleşisine katıldım. Stand-up havasında geçen söyleşinin aslında başlığı yukarıdaki gibi değildi dürüst olmak gerekirse, çağrılı konuşmacı olarak davet edilen Sunay Akın geneliyle Bilgi Toplumu, Türkiye, Türklerin Bilgi Toplumuna geçişi, ya da geçemeyişi üzerinde durdu söyleşisinde. Kendisinden önce Open-Governance konusunda konuşan Dr. Peter Levin'e de sataşmadan duramadı bir türlü nedense. Tarihsel örnekler verdi, tarihimizde aslında çok önemli olan ama zapt-ı rabt altına alınmadığı için hepimizin bihaber olduğu bir kaç olayı anlattı bizlere. Gelin öncelikle sizlere bu olaylardan bahsedeyim biraz.

Ülkelerin bayraklarının, bayraklarındaki anlamları tek tek anlattı. Fransa bayrağının, Meksika bayrağının hikayelerinden bahsetti biraz. Kardeşlik, barış, eşitlik gibi anlamları taşıdığı söylenen Fransa bayrağının zamanında kayıt altına alındığı için araştırdığı ve nasıl oluştuğunu anlattı bizlere. Temsil ettiği değerlerden ziyade hikaye aslında şöyledir:
Zamanında Fransa kralına karşı bir isyan olur ülke çapında, kralın gücünü ve otoritesini sağlayan değerler tartışmaya açılır eskilerde. Kralı otoritelerini kaybedeceklerini düşünen Parisli asiller ise desteklerler. O zamanlar Paris'i simgeleyen mavi ve kırmızı renklerin arasına da kralı simgeleyen beyazı koyarak, bu yeni bayrağı kullanmaya başlarlar kendileri için. Sonrasında ne mi olur, gün gelir Parisli asilzadelerin bu bayrağı milli bayrak olur.

Aynı şekilde İtalya ve Meksika bayraklarının da hikayesi var ama uzatmamak adına anlatmayacağım burada. Peki ya Türk bayrağının hikayesi nedir? Şehitlerin kanı üzerine düşen ay ve yıldızdan bahsedilir orta öğretim kurumlarında, değil mi? Peki sizce bu ne kadar doğrudur, ya da ne kadar mantıklıdır konusu üzerinde durdu Sunay Akın ve bayrağın gerçek hikayesini paylaştı bizlerle. E o kadarı da bize özel kalsın, bu gün söyleşiye katılmanın bir ödülü olsun ama size sadece şu kadarını söyleyeyim, bayrağımızın kökleri Abdülmecid zamanına kadar dayanıyor.

İşte Sunay Akın bu noktada bilgi toplumu olma yolunda olan Türkiye'nin ataları zamanında doğru kayıtları tutabilselerdi bazı şeylerin şimdi daha farklı olabileceğini savunuyor. Yeni hikayelerle durumu biraz daha genişletiyor.

Taksim Meydanında yapılan heykelin komik hikayesini anlatıyor dinleyicilere. Hani şu Taksim Meydanında olan meşhur Taksim Heykeli var ya, aslında onun orjinal adı Cumhuriyet Heykeliymiş. Cumhuriyet döneminde yaptırılması kararı alınıyor heykelin. Hemen bir yarışma tertip ediliyor ve İtalyan bir sanatçının gönderdiği tasarım beğeniliyor. İtalyan sanatçı Taksimin anlamını soruyor yetkililere ve su kanallarının taksim edileceğini düşünen İtalyan ortasında bugünkü heykeli barındıran ama etrafı havuz olan bir eser tasarlıyor ve yapmaya başlıyor. Daha önce Taksime gitme fırsatım oldu ama ne yalan söyleyeyim hiç dikkatle incelemedim bu eseri. Velhasıl bu eserin şu anki halinde aslında akması gereken bir çeşme varmış ama çalışmazmış, zaten etrafında da havuz yok. Neden biliyor musunuz, 6 taksitle ödenen sanatçının parası ödenemediği için eser tamamlanmamış, bunu kaçımız biliyoruz, bilenler el kaldırsın. :)

Anlatmaya devam ediyor Akın, Türkiyedeki müze sayının azlığından, kültürel değerlerimize ne kadar az sahip çıktığımızdan bahsediyor ve asıl kültürel hafızanın bu müzeler olduğunu belirtip, ABDdeki müze sayısının 17.000'den fazla olduğunu belirtiyor. Hani o yüz yıllık tarihi olan ABDnin sadece Anadoluda 1071'den bu yana bulunan Türklerden daha fazla müzesi olduğunu belirtiyor. Kaydetmediğimiz için unutuyoruz, sonra da tarihe dayalı olaylarda kendimizi savunamıyoruz diyor. Tarihçiler ve Sunay Akın'ın da aralarında bulunduğu bazı yazarlarımız Çanakkale döneminde düşman askerler tarafından Türklerle ilgili yazılan mektupları derliyorlarmış, bu mektuplarla açmayı planladıkları müze ile 1915 yılında yapıldığı iddia edilen soykırımın çürütülebileceğini vurguluyor. Bu müzeyi gezmek için sabırsızlanıyorum.

Hatta bu mektuplardan birisini paylaşayım sizlerle. İngiliz bir subay yazmış bir yakınına bu mektubu. Savaş esnasında Türkler beyaz bir bayrak sallamışlar bir an, buluşmuş iki komutan, bizim komutanımız özür dilemiş İngiliz subaydan, siz yokuş aşağı konuşlanmışsınız, bizim ise arkamız düzlük. İstemeden, farkında olmadan sizin sıhhiye katırınızı vurduk, yaralılarınızı taşımakta eminim zorlanıyorsunuzdur. Lütfen bizim katırımızı alınız ve yaralılarınızı bu katır ile taşıyınız diyor. Bu mektupların çoğunda Türklerin iyi niyetinden, savaştaki mertliklerinden bahsediliyormuş. Bu mektuplarla kuracakları müzeyle yalan bir soykırımdan bahseden Ermenileri çürütmekmiş asıl ve asil amaçları. Soruyor Sümer Akın, o dönemde değil 1 milyon Ermeniyi kesmek, 1 milyon kurban kesecek techizatı olmayan Türk ordusunun böylesine bir soykırımı gerçekleştirmesi nasıl mümkündür? Düşmanları tarafından aynı dönemde mertlikleri ve insani değerleri mektuplara dökülen atalarımıza yapılan saygısızlığa sessiz kalmamamız gerektiğini söylüyor. Neyse dönelim konumuza.

İşte bilginin, bilgi toplumu olmanın önemini vurguluyor. Kaydedilen bilginin bugüne değil, aslında geleceğe ışık tuttuğunu vurguluyor. Bilim ile taçlandırmayan, mantıksal açıklaması bilimsel olarak yapılamayan hiç bir bilginin doğru olamayacağını belirtiyor.

Diğer olaylar ise şöyle;

Acaba kaçımız daha 1930'lu yıllarda, hem de Taksim Meydanında ilk Çocuk Hakları Bildirgesinin Türk bir öğretmen tarafından yazıldığını ve okunduğunu biliyor.

Peki ya kaçımız, bundan 500 sene öncesinde Osmanlı döneminde defterdar olan Nazlı Mahmut Efendinin İstanbulda yaptırdığı caminin minaresine o zamanın bilim simgesi okka ve kalem koydurttuğunu biliyor. Bu arada bu camii Dünyada tekmiş, hatta bütün dini mekanlar arasında tek olarak değerlendirilmesi gerekiyormuş.

Artık günümüzde bilginin önemi aşikardır. Doğru, bozulmamış bilginin stratejik kararlar alınması noktasındaki değerinden dolayı -hatta bu bilginin hızlı ve doğruca iletilmesinin daha önemli olduğunu düşünüyorum ben- çağımıza Bilgi Çağı denilmektedir bir sürü bilim adamı ve aydın tarafından.

Günümüzde doğru bilginin, doğru bir şekilde iletilmesi noktasından Bilişim Teknolojileri sektöründe faaliyet gösteren herkesin bir nebze sorumluluk duyması gerektiğini, buna sadece günümüz ihtiyaçları için değil, geleceği aydınlatma noktasında gelecek kuşaklarımıza doğru miras bırakabilmemiz konusundaki önemini de dinleyicilerle paylaşıyor.

Program Cumartesi günü akşamına kadar devam edecek, çeşitli konularla oluşan seminerler, firma tanıtımları yapılan organizasyon Ankara Rixos Otelinde yapılmaktadır ve katılım ücretsizdir.

Etkinlik programına buradan ulaşabilirsiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder